Dönüşüm

Büyüme, mücadele ve yeniden keşfin hikayesi

16 dk okuma

2015 yılında Eskişehir'de Bilgisayar Mühendisliği bölümüne girdiğimde, makûs kaderimi kırdığımı ve hayatımın çok daha iyi olacağını umarak yeni bir yolculuğa çıktım. İlk kez ailemden ayrılıp şehir dışında yaşama deneyimini tadacaktım, oldukça heyecanlıydım. Hiç bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım iki insanla devlet yurdunda yaşamaya başladım. Üniversiteye gidiyor ve hayatımı inşa ediyor olmanın heyecanını çok uzun süreler sürdürdüm.

Bilgisayarları da hep sevmiştim. Daha ilkokula giderken evimin bodrumuna iner, babamın çalıştığı yerlerden birinden getirdiği klavyeyi alıp bir şeyler yazardım. Klavye herhangi bir bilgisayara bağlı olmasa bile ona temas ediyor olmak beni her zaman keyiflendirirdi. Genelde adımı ve okul numaramı yazardım, hiç unutmuyorum.

Sanırım ortaokul zamanlarımda eve bilgisayar almıştık. İzmir'i bilenler bilir, Çankaya'ya gidip toplama bir bilgisayar aldık. 250 GB hard diski vardı, hafızamda yer etmiş. 17 inç de monitör almıştık, hem de plazma. Plazma diyorum ama nasıl bir ekrandı bilmiyorum açıkçası, tüplü monitör değildi yani. Tüplü değilse benim dünyamda plazmaydı çünkü.

Benim bilgisayarlarla ilişkim aslında o zamanlar başladı. Ben öyle çok meraklı, yapboz çözmeyi seven, sahip olduğu şeyleri kurcalayan ve nasıl çalıştığını anlamaya çalışan tarzda çocuklardan değildim. Dolayısıyla bilgisayarı tek bir amaç için kullandım: Oyun oynamak. Need for Speed, FIFA, Re-Volt... Bunları oynardım. Arkadaşımda PES 6 vardı, ben onu bir türlü kuramamıştım hatta, hatırlıyorum. Tam emin değilim ama o zamanlar Facebook oyunları da çok fazla popüler olmaya başlamıştı, onlarla da bayağı bir haşır neşir oldum. Uzun lafın kısası, dümdüz bir çocuktum :)

Yaşadığım mahallede iyi okullar yoktu, gittiğim ilkokulun da pek iyi olduğunu söylemek zor açıkçası. Fakat ben hep başarılı bir öğrenci oldum. 4. sınıfta bir sınavda başarı göstererek ücretsiz dershaneye katılma hakkı kazanmıştım. Sonuçları almaya gittiğimizde annemin yüzündeki o hüzünlü ve bir o kadar gururlu bakışı hiçbir zaman unutmuyorum. Şu an bu satırları yazarken bile gözümün önünde çok net bir şekilde belirdi ve kendimi iyi hissetmemi sağladı. Bu da aslında benim eğitimimi biraz daha iyi almamı sağlayan unsurlardan biri oldu, sonrasında da bu "başarı"mı sürdürdüm. Hiçbir zaman "üst düzey" biri olmadım ama büyüdüğüm çevre ve yaşadığım standartları düşündüğümde kendime "Ama yine de iyi ilerledin," diyebiliyorum.

Bu durum lisenin sonuna kadar devam etti. Bilgisayarlarla ilişkim de zaman içinde biraz evrilmeye başladı. Ortaokul zamanlarımda MyBB forum siteleriyle tanıştım ve forumlarda vakit geçirmeye başladım. Sonra "Bu forum sitelerini nasıl yapıyorlar?" sorusu belirdi aklımda. Uğraşmaya başladım ama dedim ya, hiçbir bilgim yoktu. MyBB destek sitesi vardı; Türkçe içerik üretiyorlardı ve nasıl kurulduğunu anlatıyorlardı. FileZilla indirip kuruyorsun, dosyaları atıyorsun, sürükle bırak yapıyorsun ve oluyordu. Fakat bir sorun vardı: Hosting almam gerekiyordu. Hosting ne demek, hiçbir fikrim yoktu. Saatlerimi, günlerimi, haftalarımı harcamıştım becerebilmek için. Çünkü hosting'e para vermem gerekiyordu, bense bu işi yalnızca ücretsiz yollarla çözmeye çalışıyordum. O sırada tr.gg diye bir şey vardı (az önce kontrol ettim, sanırım hâlen aktifler). Onlarla bir şeyler yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum ama orada MyBB kurabildim mi, emin değilim. Forumlarda "Nasıl yapabilirim?" diye sorduğumu anımsıyorum. Sonra bir şekilde ücretsiz bir hosting servisi bulmuştum ve garip bir domaine MyBB forum sitemi oluşturdum. Sitenin içeriği tam net değildi, kafama göre forum başlıkları oluşturup bir şeyler yazıyordum. Tabii pek kimse uğramıyordu siteye ama ben kendi kendime eğleniyordum. Yapabiliyor olmanın hazzı beni içine çekti. Sonrasında bu gibi forumları kurup kurup bozdum. Sürekli MyBB temalarını deniyordum. Bu forum sitelerine garip garip reklam ağı olan sitelerden reklam ekleyip para kazanmaya çalıştım. Bir iki kere ufak paralar kazanmıştım ama şöyle söyleyeyim: 1 lira bile değildi. Sanırım onu da kendim reklamlara tıklayarak falan elde etmiştim.

Bu site açma işini bırakmadım. Bir dönem yaşadığımız evden farklı bir eve, TOKİ evlerine taşınmıştık. İlk kez apartmanda oturuyorduk; apartman duyuruları oluyor, aidat listeleri açıklanıyordu. Ben de bu duyuruların yayınlanabileceği, listelerin olduğu bir site kurmak istedim. Apartmana bir forum sitesi oluşturmuştum! 😀 Ama tabii apartmanda kimse bunu kullanmadı, ben kendi kendime yapmış oldum. Konfetiler, kırmızı bilgi şeritleri falan eklemiştim.

Neyse, artık liseye geçmiştim. Ortalama bir liseye gidiyordum, fena değildi. İzmir'in fena olmayan bir semtindeydi: Hatay'da. Ben çok yaşadığım yerden çıkan biri olmadığım için Hatay'a gitmek ve o çevrede yaşayan insanlarla okumak bende biraz "eziklik" hissi uyandırdı. O yaşlarda ekonomik farklılıklar durumu bana psikolojik olarak kötü hissettirmişti.

Zaman geçtikçe ben artık bulunduğum ortama ayak uydurmaya başladım. İlk zamanlar pek konuşkan biri değildim ama her zaman hazırcevap olmuşumdur. Sonraları ifade yeteneğimi biraz daha geliştirdim. Bu website kurma işini düzgün ve ".com"lu bir alan adı ile yapmak istiyordum. İki arkadaşımla birlikte frmmaster.com'u kurdum. Gece gündüz bununla uğraşıyordum, inanılmaz bir keyif alıyordum.

image-1 Frmmaster Facebook hesabından yayınladığımız bir mesaj

Ahaha, inanılmaz zamanlar… Alan adını babamın kartı ile almıştım, hosting'imiz ücretliydi. Bu site oldukça büyüdü. Gecem gündüzüm bu sitede bir şeyler yapmaktı; sürekli eklentiler kuruyordum, rep sistemini canlandırmaya çalışıyordum. Diğer üyelerin de forumda aktif olmasını sağlamaya çalışıyordum. Sonra işler açıldı.

Web Archive'den şöyle bir görüntü buldum. Bunun da ötesinde daha da ilerlemişti. Üye sayısı bayağı artmıştı. image-2

Siteye reklam almaya başlamıştık. "Reklam nasıl alabiliriz?" diye araştırırken webmaster forumları ve R10 ile tanıştım. Oradan reklam vermek isteyen bazı kişilerle tanıştım, ayda 3-5 lira kazanıyorduk. Sanırım hosting parasını çıkartıp kendime bir tost alabilecek kadar para kazanabiliyordum. Sonrasında bu siteyi Ayvaz Hosting isimli bir firmaya sattık, 200 liraya satmıştık. Hosting nedir bilmeyen ben, siteyi hosting firmasına sattım; biraz ironik bir durumdu.

Artık benim için bu bitmek bilmeyen bir heves haline geldi. Çok daha büyük forum siteleri kurdum. frmmaster’ı kurduğum arkadaşlarımdan biri en yakın arkadaşım oldu, onunla günlük 10 bin kişinin girdiği bir forum sitesi kurduk. Başka bir zamanda da dayım ve kuzenimin ekonomik olarak sponsor olduğu ve SEO yatırımı yaptığımız bir site kurduk. Bizim SEO'cu dolandırıcı çıktı. O zaman 1500 lira dolandırılmıştık, uykularım kaçıyordu. Bir ileri bir geri derken ben bu işlerin içine iyice girdim. Ne zamanlardı ya, şimdi hatırlamak bile beni bir garip hissettirdi.

Bu işler böyle uzadı gitti, ben WordPress'leri falan öğrendim. Hiçbir zaman kod yazmıyordum ama en azından FTP'den bir şeyler kurup SEO çalışmaları yapıyordum. Hiç unutmuyorum: MediaMarkt'a gidip teşhirdeki tüm cihazlardan kendi siteme girip üye oluyordum ve yorum yapıyordum SEO çalışmaları için. Bunların çıktısı olarak üniversite sınav sonuçları açıklandığında tüm tercihlerime Bilgisayar Mühendisliği yazdım.

Sonuç olarak yazımın başında bahsettiğim üniversiteye başlamış oldum. Başarılarla dolu bir üniversite hayatı geçirmedim ama her zaman kodlama yaptığımız derslerden çok keyif aldım. Genelde de en başarılı olduğum dersler onlardı. C, C++ öğrenmeye başladık, müthiş bir keyifti benim için bunları öğrenmek. Terminal üzerinde yıldız (*) çizdirmeye ayırdığım vakitler, algoritmanın ne olduğunu öğrenmeye çalıştığım zamanlar oldukça keyifliydi. İşletim Sistemleri ve Veri Yapıları dersini seviyordum, en öğretici bulduğum dersler onlar oldu. En sevdiğim konu da "pointer"lardı. Çok iyi anladığım ya da çok başarılı olduğum için değil, bilgisayarın RAM’iyle oynuyor olma hissini sevmiştim.

Üniversite zamanında da web siteleri yapmayı sürdürdüm, eskiye nazaran çok daha fazla kullanıcıyla buluşuyor ve gerçekten ekonomime fayda sağlayabilecek kadar kazançlar elde edebiliyordum. Ama ne yazık ki hiçbir zaman bu web sitelerini kodlamayı düşünmedim; bu da çok garip bir durum aslında şu an baktığım zaman. Çünkü zaten programlama öğreniyordum, nedense hiç "siteyi nasıl programlarım?" noktasına kaymadım. Her zaman hazır sistemler üzerinden ilerledim, genelde hep WordPress kullandım. Pişmanlıklarımdan biridir; aslında ortam çok müsaitken web yazılımcısı olma yoluna hiç girmedim. Hep okuldaki programlama dillerinde ve derslerinde takılı kaldım.

Zaten çok da başarılı bir akademik hayatım olmadı, tam aksiydi demek mümkün. Son sınıfa kadar birkaç ders haricinde çok da iyi bir öğrenci olduğumu söyleyemem.

Fakat üniversite döneminin hayatıma kazandırdığı çok önemli başka bir getirisi oldu. Her yaz Çeşme’de bir "Beach Club"ın muhasebe departmanında çalıştım. Kuzenimin vesilesi ile üniversiteye gideceğim yaz gitmiştim çalışmaya. Burada hayatta deneyimlemediğim birçok durum ile karşı karşıya kaldım. Kendimi ifade etmem gereken, sorunlarla baş başa kaldığım ve insan ilişkilerini yönetmem gerektiği fazlaca deneyim yaşadım. Bu tecrübeler hayatımın devamında bana çok fazla şey kazandırdı. Bu bahsettiğim işletmenin kapısında gelen müşterilere bilet kesiyordum gündüzleri. Burada zaman zaman gelen müşteriler çeşitli sebeplerle memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Bu durumları bir şekilde idare edip, mümkün olabilecek en yüksek memnuniyeti kazandırmaya çalışıyordum. Ayrıca akşamları restoran hizmeti vardı, o zamanlarda da kasada duruyordum ve garsonlardan hesapları alıyordum. Birçok kez çeşitli hatalardan oluşan hesap sıkıntılarını çözmem gerekti. Zaman zaman diğer çalışanlarla, zaman zaman da "üstlerime" bu sıkıntıları konuşmam ve durumları izah etmem gerekiyordu.

image-3 Çalıştığım yerdeki masam, faturaları bilgisayara işliyordum

İşte bu tecrübeler bana yazılımcı olarak çalıştığım bu dönemde çalışma arkadaşlarımla, yöneticilerimle, yardımcı olmaya çalıştığım diğer arkadaşlarla kurmaya çalıştığım iletişimde çok faydalı oluyor. Kendimi ifade etme yeteneklerimin temellerini burada attığımı düşünüyorum. Yaşadığım zorlukları, çözülmez sandığım durumları aşabilmeyi burada geçirdiğim 5 yıllık yaz çalışma dönemine borçluyum. Bu kazanımları bugün bu yazıyı okuduğunuz site üzerinde sizlere deneyimlerimi ve öğrenimlerimi paylaşırken de kullanmaya çalışacağım.

Gelelim bugün niye böyle bir yazı yazıyorum ya da böyle bir "Dijital Bahçe" ihtiyacı nereden doğdu?

2019 yılında, okul döneminin de sonuna doğru yaklaştığımız dönemde Erasmus’a gittim. Riskli bir karardı çünkü almam gereken dersler falan vardı. Birçok son sınıf öğrencisi genelde staj vs. bulup hemen işe giriştiği o son yılda ben Erasmus’a gitmiştim. Harika bir tercihmiş doğrusu, hiç pişman değilim. Erasmus zamanı oldukça eğlenceli, macera dolu bir deneyimdi. Bir masal gibi, hayatın gerçeklerinden ve gelecekteki zorluklardan bihaber zamanımı geçirdim. Fakat Covid meydana geldi, Erasmus'tan döndüm. Evlerde karantinalardaydık. Param yoktu, bir planım yoktu, okulum uzuyordu; anlayacağın vaziyet hiç parlak değildi. Kalan son paramla bir bilgisayar kasası topladım. Monitöre param yetmediği için bir süre salondaki televizyona bağlamıştım.

image-4 image-5 Erasmus sonrası topladığım bilgisayar kasam ve salonda televizyonda Udemy'den izlediğim eğitim

Yaklaşık 9 ay boyunca gecem gündüzüm çalışmak oldu. Ara ara ufak tefek işler alıyordum, harçlık çıkartıyordum. Gece uyurken bile telefondan yazılımla ilgili şeyler izliyordum. Udemy’nin daimi bir müşterisiydim. 40-50-60 saatlik eğitimleri tükettim. Üretmenin ve öğrenmenin verdiği harikulade bir motivasyonum vardı. Okul uzaktan olmuştu pandemi sebebiyle, o sebeple tüm vaktimi yazılıma ayırıyordum. Bugün dönüp baktığımda o zamanki özverime imrenerek bakıyorum. Şu an buna yaklaşmak için kırk takla atıyorum, zaten bugün bu satırları yazıyor olmamın esas sebebi de bu. Detaylara aşağıda değiniyorum zaten.

Velhasılkelam, 2020’nin başından sonlarına kadar uzanan, biraz freelance iş yapma, çokça çalışmanın sonucunda -şans da yanımdaydı, sektör çok fazla yazılımcı arıyordu- iş aramaya koyuldum. Çok hazırdım, zihnim çok açık, öğrenme hevesim çok yukarılarda, çok cesur ve sorumluluk almak için can atıyordum. O zamanlar uzaktan çalışma işi pek yoktu sanırım, İzmir içindeki firmalara başvuruyordum. Başvurduğum birçok firma dönüş yapmadı fakat beklediğimden çok daha fazla dönüş aldım. Bu süre içinde Bootcamp'lere katılmıştım, oralardan da firmalarla görüştüm. Görüştüğüm firmaların bazısında teknikten elendim, bazısında kendimi ifade edemedim, bazısında da kendimi fazla ifade ettim :) Ta ki bir firmanın ofisine gidip görüşme gerçekleştirene kadar... Gittiğim ve görüşmeye girdiğim an anladım, işi kapmıştım.

Duygularım tarifsizdi. Yüksekliği bulutlara uzanan bir gökdelenin 27. katında gerçekleştirmiştim görüşmeyi. Zaten o ortam, atmosfer beni o kadar etkilemişti ki görüşme sonrasında direkt annemi aradım ve ofisteki sandalyelerden ve ofisin manzarasından bahsettim dakikalarca. Başarmıştım, biliyordum. İçimde tarifsiz bir mutluluk yolda yürürken yüksek sesle "Aferin be Orhan", "İşte bu be!" dememe sebep olmuştu. Batuhan’ı aradım. Batuhan Erasmus'tan çok yakın bir arkadaşım, o da benimle bu süreçte Udemy kurslarını izledi, birbirimize destek olduk. Benim her zaman arkamdaki güçlerden biriydi. Çok gururluydum, gözyaşları içinde metroya kadar yürüdüm. Biliyorum bu Google’da işe giren bir genç mühendis gibi bir başarı değil, herkesin yaşadığı bir işe giriş hikayesi yalnızca. Ama benim için anlamı bundan çok daha fazlaydı. O ilk iş yerinde sabah mesaiden 1 saat önce giderdim, mesai sonrası en az iki saat daha ofiste çalışırdım. Ofiste olmak beni çok iyi hissettiriyordu. O güzel mobilyalar, içinde meşrubat dolu buzdolabı, PlayStation, manzara... Kendimi başarmış hissettiriyordu. Maaş falan umurumda değildi, zaten öğrenciydim ve İŞKUR programı ile işe girmiştim. Maaşım her ay yatıyordu ama ben maaşımı işten çıkana kadar hiç çekmedim. Bugün bu satırları yazarken, şu an masamın yanında duran "Drive" kitabındaki o içsel motivasyonun ne kadar gerçek olduğunu hissediyorum.

O işim hayatıma o kadar güzel şeyler kattı ki… Orada tanıştığım arkadaşlarım, dostlarım oldu. Bundan üç sene önce grubun iki üyesi evlendi ve ben nikah şahitleriydim. Bu sene de iki kişi daha evlendiriyoruz. Bana hayata dair çok fazla şey kattı her biri, kendilerini seviyorum.

Hikayenin bundan sonrası biraz daha ilginç ilerledi. Ben iş değiştirdim, kariyerimde daha iyi şeyler yaptım. Farklı ölçekteki şirketlerde çalıştım, eğitimlere katıldım, network kazandım. Bana yazılımı sevdiren kişilerle tanıştım, bazıları ile arkadaş oldum. Hatta bazıları ile birlikte çalışma fırsatım oldu. Eser Özvataf ben yazılım öğrenirken severek takip ettiğim kişilerdendi. Kendisiyle arkadaş olduk, birlikte çalıştık. Fatih Kadir Akın hep özendiğim birisiydi, şu an aynı şirkette çalışıyoruz. Lemi Orhan yine çok beğendiğim ve örnek aldığım bir isimdi, onunla da sohbetimiz ve tanışıklığımız oluştu. Kısacası, hem sektördeki ağımı genişlettim hem kariyerimde ilerlemeye devam ettim. Bir şeyler öğrenmek, farklı insanlarla tanışmak ve kendimi geliştirmek için katıldığım etkinliklerde konuşmacı olarak yer almaya başladım. Bilgilerimi aktarabilme becerimle ilgili olumlu dönüşler aldım, online eğitimler verdim.

Böyle anlatınca egoist bir anlatı gibi geliyorsa lütfen gelmesin, amacım "ne kadar da iyi ilerledim" demek değil. Aksine bu kadar şey yaşanırken, eskiden olduğu gibi tutkulu değildim. Eskiden olduğu gibi çalışkan, gözü pek ya da cesur değildim. Yeniliklere açıklığım günden güne azalıyor, öğrenmem gereken şeyler artık benim için yeni bir fırsat değil bir engel gibi gelmeye başladı.

Ekonomik olarak kendimi idame ettirebilmenin de verdiği rahatlık, hayatımda ve sosyal çevremde oluşturduğum düzen ve rölanti çabayla da işler yürütebiliyor olmanın verdiği güven alışkanlıklarımı ve rutin yaşantımı etkiledi.

Ne zaman tekrar hayatımı düzene sokmaya çalışsam, bunu bir engel gibi görüp sosyal medyanın o "uyuşturan" dünyasına girip sorun olarak gördüğüm durumlardan kaçınıyordum. Çünkü sistem ilerliyordu, çalıştığım kadarı konfor alanımı idame ettirmek için yeterliydi. Yeni şeyler öğrenmek, kendimi daha da geliştirmek ihtiyaç gibi hissettirmiyordu aksine korkutucu gelmeye başladı. Bunu bir günde fark etmedim tabii ki; zaman zaman bu farkındalığım oluşuyor ve hemen büyük büyük adımlar atmaya çalışıyordum. Elbette başarısızlıkla sonuçlandı her biri.

Gün içinde boşa geçen zamanlarım gitgide canımı sıkmaya başladı. Kendime "şunu yap, bunu yap" diye emirler veriyordum. Anlık olarak bir şeylere başlayıp sonrasında bıraktığım çok fazla şey oldu. Eski kaslarımı kaybetmiştim. Ama bu sorunu çözmek istiyordum. Bu gitgelleri yaşarken askerlik vaktim gelmişti.

Askerde sosyal medyadan uzak bir ay geçirdim, bu süre zarfında kitap okudum. Atomic Habits kitabını askerde bitirdim. Askerden döndüğümde ilk yapmaya çalıştığım şey kendime küçük alışkanlıklar edinip, bu plansız, sosyal medya ile gününü öldüren kişi olmanın dışına çıkmaktı. Bir hafta sonra eskiye döndüm.

Bu konuya dönem dönem kafa yoruyordum ve aksiyon almaya çalışıp yarım bırakıyordum her seferinde. Kendime kızıyordum. Yetişkin bir birey olarak nasıl bu kadar "iradesiz" olabilirim, nasıl bu kadar "tembel" ve "aksiyon almaktan aciz" olabilirim diye düşünüyordum. Korkunç bir seviyede dikkat dağınıklığım vardı, bir konuda odaklı bir şekilde kalmam çok zordu. İnsan kendisine "şu işi yapmalıyım, bunun için şunu açıp okumam lazım" deyip de nasıl onu yapmaktan aciz olabilirdi?

Gün içinde bomboş vakit geçirmek sinirlerimi bozmaya başladı. İlla faydalı bir şey yapmak gibi bir hedefim de yoktu. Oturup film izlemek de benim için iyi bir zaman geçirmekti ama film izlerken bir yandan Twitter’da dolanmak değil. Tek bir eylem yapmak oldukça zordu benim için. Uyaranların tuzağına çok fena düşmüşüm demek ki ve bunu aslında yıllardır yapıyorum, düşündükçe fark ettim bunu.

Ben kendimi böyle biri olarak görmek istemiyorum. Yaptığım işte, ilişkilerimde hiçbir zaman "fena değil" olarak anılmak istemiyorum. Potansiyelimi harcamak istemiyordum. Bir gün bir anda karar verdim ve en yakındaki psikologdan randevu aldım. Derdim basitti; odaklanamıyordum, plan yapamıyordum ve yapmam gerekenleri bilmeme rağmen aksiyon almıyordum.

İki ay kadar her hafta psikologa gittim, derdimi anlattım. Bu konularda ne kadar çok kafa yorduğumu söyledim. Bana bazı önerilerde bulundu. Not alma, Pomodoro, meditasyon, anda kalmaya çalışma, vücudumu tarama egzersizleri ve birkaç şey daha... Evet bunlar beni daha "iyi" yapmıştı.

Fakat bir süre sonra bunlar da aşmam gereken engeller, tamamlamam gereken adımlar haline geldi. Bir başka zorluk çıkmıştı önüme. Yıllardır öğrendiğim gibi zorluk görünce hemen kaçtım ondan. Psikologa gitmeyi bıraktım, o konfor alanıma döndüm kısa süre sonra. Ohhh, sorunları düşünmezsem dünya ne güzeldi!

15 Kasım 2025 akşamı elimde telefonla evin salonunda otururken yine bir anlık pişmanlıkla ne yaptığımı sorgulamaya başladım. Vaktimi, hayatımı bomboş Reels izleyerek ya da Twitter’da ekranı kaydırarak mı geçirmek istiyordum? Biliyordum çok kez denedim ama başaramadım, dönüp dolaşıp aynı yerde buluyordum kendimi.

Çok sevdiğim bir söz aklıma geldi: "Karanlığa küfür edeceğine bir mum yak." Denemeliydim, çünkü bu düzen benim içinde olmak istediğim bir düzen değildi, daha iyisini yapabilirdim. Yapay zekayı normal bir kullanıcı gibi kullanıyordum hep; gün içinde aklıma gelen şeyleri soruyor, arada sırada mizah amaçlı şeyler yapıyordum. Bunun haricinde bazı developer işlerim için de basit düzeyde kullanım yapıyordum. ChatGPT ücretli üyeliğim bir süre önce bitmişti. 15 Kasım gecesi yine çok ani bir kararla ve kızgınlıkla ChatGPT üyeliği aldım ve şu mesajı gönderdim. O an olayları biraz abarttım ama gerçekten öyle hissediyordum.

image-6

ChatGPT’yi bir psikolog gibi kullandım; gün içinde hal ve hareketlerimi, hislerimi, sıkıntılarımı paylaştım. Bu benim mücadelemin tekrar başlama günüydü. Rahatsız olduğum durumu aşmak için bir kere daha kollarımı sıvadım. "Ya başarısız olursam, ya yine aynı şekilde bir örüntü çizersem?" diye düşündüm. Olsun, başarısız olacaksam bile daha güzel bir başarısızlık istiyorum. Arkadaşlarıma anlattığımda bana gülüyorlar zaman zaman; olsun, bu sefer daha komik bir hikaye olur belki de.

ChatGPT ile konuşmayı birkaç gün sürdürdüm. Bu olaydan birkaç gün sonra Gemini’ın yeni modeli piyasaya çıktı, onu denemek istedim. Hâlihazırda orada da üyeliğim vardı. ChatGPT’den konuşmayı detaylı bir şekilde özetlemesini istedim ve bu özeti Gemini’a verdim.

Tam o sırada (değişiyorum ya) yazılıma başlangıç yıllarında çok severek takip ettiğim Angela Yu, "Succeed in the Age of AI" kursunu yayımlamış. Direkt satın aldım, harika bir tesadüftü. Bu eğitimi bırakmadan izleyip bitirme sözü verdim kendime.

Bunun dışında, hiçbir şeye bakmadan kitaplıktan "okurum diye aldığım ama asla okumadığım" kitaplardan birini aldım. "Kitap okumaya başlayayım" dedim, klasiktir ya...

Eğitimi izlemeye başladım, bir yandan her gün Gemini ile konuşuyorum. Her gün irili ufaklı not almaya çalışıyorum ve kitap okumaya çalışıyorum.

image-7 Günlük notlarım

Önceki deneyimlerimden biliyorum; eğer bir şeye çok hızlı ve yoğun başlarsam o işi yarım bırakırım. O sebeple bu endişelerimi Gemini ile paylaştım. Gemini’a her zaman kuşkuyla baktım, beni pohpohlamasını engelledim. Önerilerinin bilimsel karşılığını sorguladım. Ama onunla konuşmak bana gerçekten iyi geliyordu, bunun farkındaydım.

Angela Yu’nun eğitimi sanki kaderin cilvesiydi. Ben eğitimi direkt aldığım için içeriğine falan hiç bakmadım. Eğitim aslında biraz motivasyon ve ilham verici bir eğitimmiş. Orada uykunun öneminden bahsediyordu, ben de her gün uykumu takip etmeye çalıştım.

image-8 Uyku takibim

23 Kasım'dan beri her gün takip ediyorum. Bu verilerle bir şey yapmıyorum ama takip edip iyi bir uyku uyumaya çalışıyorum.

Kitaplıktan bir kitap almıştım demiştim ya, tamamen rastgele ve bakmadan. O kitabın ismi de "Drive". Kaderin cilvesine bakın ki o kitabın da konusu ve odağı "Motivasyon".

Tamam artık, bu kadarı da tesadüf olamaz. 23 Kasım'dan bugüne her gün kitap okuyorum. 1 sayfa okuduğum günler çok oldu ama okudum. Bazı zamanlar arkadaşlarıma gittim, onların evlerinde kaldım. "O günlerde okuyamam" diyordum kesin ama okudum. Demem o ki bu sefer bir şeyler farklı gidiyordu.

Ufak ufak bugüne geldik.

Bugün bu sitede çok fazla kişisel detay barındıran bu yazıyı yazıyorum. Eğer buraya kadar okuduysan çok teşekkür ederim öncelikle. Bu yazı aslında biraz kendime not ve kendimle yüzleşme mahiyetinde. Geçtiğimiz haftalarda bir gün evde bunalmıştım ve bir kafeye gitmiştim, tamamen rastgele bir şekilde bu yazıyı yazmaya başladım. Yazmak iyi gelir diye düşünmüştüm. O gün başladığım yazı 16 Aralık günü sonlanıyor. Bu siteyi tekrar öğrenme aşkımı kazanmak ve öğrenme sürecimi paylaşmak için açıyorum. Biraz bencilce gelebilir ama bu sitenin var olma sebebi bana iyi gelmesini ummam. Paylaşmak ve birilerine yardımcı olmayı çok seviyorum ama çıkış amacım bu sefer bu değil. Eğer birilerine ilham olabilirse ve birileri buradaki paylaşımlarımdan faydalanabilirse ne mutlu bana.